16 Ocak 2013 Çarşamba

Bir Ülke.. Biyoteknoloji..

“Bir ülke düşünün…” diye başlayan bir cümlenin devamıdır bu metinde yazılanların tümü.
Bir ülkenin kaderini yazabilmek te keşke şu bilgisayarın karşısına geçip aklımdan geçenleri yazabilmek için sadece parmaklarımı klavyenin üzerinde hareket ettirmek kadar kolay olabilseydi.

Ülkelerin kaderini değiştirebilecek sihirli kelime “Biyoteknoloji”dir. Sanayi ve endüstri anlamında daha emeklemeye başlayan ya da bunu bile başaramayan ülkeler için bu kelime armağan niteliğindedir. Tarihi ekmek, şarap, peynir üretimine bağlı olarak ilkçağlara kadar uzanan Biyoteknoloji 20. yüzyılın ikinci yarısında Moleküler Biyolojide sağlanan hızlı gelişmelere paralel şekilde çok önemli ilerlemeler kaydetmektedir. Günümüzde enerjiden tarıma, sağlıktan çevre kirlenmesiyle mücadeleye, kozmetik sanayiden madenciliğe, savunmaya kadar birçok alanda Biyoteknoloji yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Son yıllarda, önce bilim dünyasında daha sonrada kamoyunda Biyoteknoloji alanına dair gelişmeler devrim niteliğinde olmuştur. 20. yüzyılın son yıllarında Genom projesinin tamamlanması bu devrimi hızlandırmıştır. Genom dışında, Biyoteknoloji alanında pek çok önemli gelişmelere tanıklık etmekteyiz. Sağlık alanında, kök hücreler, Bio-nanoteknoloji, terapötik proteinler, peptidler ve doğal ürünler ile ilgili çalışmalar ile yeni imkânlar yaratılmaya çalışılmaktadır.

Bu armağanının doğurduğu fırsatlar gelişmekte olan bazı ülkeler tarafından fark edilmiştir. Örneğin Küba ve Güney Kore gibi ülkelerde terapötiklerin üretimi başarılmıştır. Ülkemizde ise bildiğimiz üzere bu konuda yapılan sınırlı sayıda akademik çalışma ve bunların endüstriye entegre edilememesi yüzünden bu yarışta, yarış diyorum ki öle de başlama çizgisinin gerisinde kalanların daha önce başkaları tarafından koşulmuş bir pistte koşup rekor kırması anlamsızdır, şu an yer alamamıştır. Bu nedenle Türkiye 20.yüzyılda Biyoteknoloji alanında birçok fırsattı elinden kaçırmıştır. Türkiye’deki biyoteknoloji şirketleri 2000 yılı TÜSİAD raporuna göre 50 iken, 2005 yılında bu sayı 90’a ulaştı. TÜSİAD’ın 2006 raporunda bu gelişimi “Ülkemizde ciddi bir artış olduğunu görülmektedir, ama bu sayı hâlâ çok küçük bir biyoteknoloji kümeleşmesine işaret ediyor.

Bir karşılaştırma yapılırsa,70 milyonluk Türkiye’de firma sayısı 100’den az iken, 5 milyonluk Finlandiya’da aynı rakam 68’dir.”şeklinde değerlendirmiştir. Daha çarpıcı bir örnek vererek bu durumun ciddiyetini daha anlamak istersek; Küresel biyoteknoloji sektörünün toplam cirosu, 30 yıllık tarihi boyunca ilk defa 2005 yılında 60 Milyar ABD Doları’nı geçmiştir.  Bu rakam 1996 yılındaki 9,1 Milyar ABD Doları ciro ile karşılaştırıldığında, sektörün büyüme hızının ne kadar fazla olduğu anlaşılmaktadır. Bu hızlı büyüme, 2005 yılında gerçekleşen satışların yüksekliği, ortaya çıkan yeni ürünlerin başarıları ve şirket birleşmeleri ile açıklanmaktadır.

21. yüzyılda da önüne çıkan benzer fırsatları kullanamaması durumunda, Biyoteknoloji gelişmelere sadece seyirci olarak kalacağımız ve ihtiyaçlarımız doğrultusunda cebimizden yüklüce başka milletlere para akıtacağımız bir alan olabilir. Bu ürkütücü nihai durumdan kaçış için ülke olarak neler yapabiliriz bunları tartışmak, aslında sözde kalan hiç bir şey beni mutlu etmez somut sonuçlar mutlaktır, Biyoteknoloji endüstrisinin tıkır tıkır işlediği bir ülke modeli çizmek için neler yapılabilir bundan bahsedelim.

Modern biyoteknolojinin ülkemizde gelişmesi ve toplumsal refaha katkı sağlaması ancak, moleküler biyolojide araştırma gücünün gelişmesi ve sanayiye uygulanabilir sonuçların elde edilmesiyle mümkündür. Bunun için aslında beş, altı kelimenin yapılabilirliği gereklidir: İnovasyon, işbirliği, altyapı, yetenek, yatırım ve büyüme için kapital. Bu kelimeler üzerinde konuşmak gereklidir, sadece konuşmak, yazmak, okumak yetmez kollarımızı sıvayıp işin ucundan tutmak gereklidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder