12 Ocak 2013 Cumartesi

Dünya da ve Türkiye de Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar..


Dünyada genetik yapısı değiştirilmiş canlıların ve bunlardan elde edilen gıdaların dağılımı hızla artmaktadır. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ile pamuk transgenik olma riski taşıyan tarımsal ürünlerin başında gelmektedir. Bu ürünlerin özellikle insan sağlığı üzerinde kısa ve uzun dönemde oluşturacağı etkiler ise yeterince bilinmemektedir. Ayrıca bu ürünlerin genetik çeşitliliği tehdit etmesi durumunda geri dönüşü olmayan bir sürece de girilebileceği söz konusudur.

GDO’lar hakkında devam eden çalışmalara rağmen yeterince deneysel bulgu olmadığından yararları veya zararları konusunda kesin bir yargıya varmanın şu an için mümkün olmadığı düşünülmektedir. Bu bağlamda, çevremize ve gelecek nesillere olabilecek etkilerinin ve risklerin en aza indirilmesi için gerekli önlemler zaman geçirilmeden alınmalıdır.

Sağlık ve çevre açısından çok sayıda riskinin olduğu ileri sürülerek özellikle AB ülkelerinde tarımsal biyoteknoloji ile ilgili kısıtlayıcı düzenlemeler yürürlüğe konulmuştur. Buna karşılık başta ABD olmak üzere bazı ülkelerde transgenik soya, mısır, pamuk, kanola ve patates gibi önemli bitkilerin ekimi yaygın olarak yapılmaktadır.

Literatürden elde edilen yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırma bulgularından hareketle, tüketicilerin biyoteknolojik uygulamalara ve GDO’lara yönelik bakış açıları GDO’ları yeterince tanımadıkları yönündedir. Tüketiciler genetik modifikasyon sonucu elde edilen GDO’lardan büyük ölçüde endişe duymakta ve olumsuz bir tutum sergilemektedir. Ancak buna rağmen tüketiciler, biyoteknolojik uygulamaları genel olarak benimsemektedirler. Bu durum, tüketicilerin GDO’lar hakkında bilinçsiz ve kararsız olduğunun bir göstergesidir.

Mevzuat bakımından konuyu araştırdığımızda ve konuyu ülkemiz açısından ele aldığımızda Kartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne taraf olan ülkemiz GDO’ların uluslararası ticareti, üretimi ve benzeri konularda ilk çalışmalarını yapmıştır. GDO’ların alan denemelerine ilişkin talimatımız, bu konudaki düzenlemelerin yapılmasını sağlamaktadır. Fakat Biyogüvenlik konusuna esas teşkil edecek bir çatı mevzuat sistemimiz henüz mevcut değildir.

Türkiye’de konu ile ilgili öncelikli olarak yapılması gereken; GD tohumların kontrolsüz alanlarda ekimine izin verilmemeli ve gümrüklerde, iç piyasada etkin bir denetim sistemi kurulmalıdır. Ülkemizde risk değerlendirmeleri ile herhangi bir ürünün transgenik bir ürün içerip içermediğinin tespitine yönelik analizlerin yapılabilmesi için varolan laboratuvarların kapasitesinin artırılarak kullanılması ve risk analizlerinin yapılması gerekmektedir. Türkiye, GD ürünler konusunda kendi araştırmalarını yapmalı, teknolojisini kendi üretmeli, tarımda, girdiden çıktıya, tüm alanlarda bağımlılık zincirini kıran, kendi potansiyelini kullanan bir politika izlemelidir. Şu unutulmamalıdır ki ülkemizin GD mısır ve soyaya değil, kendine yetebilmeyi hedefleyen doğru bir tarım politikasına ihtiyacı vardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder